Facebook

31 Aralık 2013 Salı

KENDİNİ HIZIR YA DA MEHDİ ZANNEDENLER



Zamanımız da kendini Hızır, Mehdi yada kutup zanneden çok kimse var. Bu durum neden kaynaklanıyor? Bu kimseler yalancı yada aldatıcı mı? Gördükleri hakikat mi? Neyi karıştırıyorlar? Bu zatlar hangi noktada hata ediyorlar?  Hızır ve Mehdi gibi meşhur zatlarla ilgili evliya makamları nelerdir? Şatahat ne demek?  Enaniyetin, makam sevgisinin, övünme ve gururun zararları nelerdir? Böylelerinin sonu nedir?

Bediüzzaman bu konuyu Mektubatında şöyle izah etmiştir: 

“Hem ben müteaddid insanları gördüm ki, bir nevi Mehdi kendilerini biliyorlardı ve “Mehdi olacağım” diyorlardı. Bu zâtlar yalancı ve aldatıcı değiller, belki aldanıyorlar. Gördüklerini, hakikat zannediyorlar. Esma-i İlahînin nasılki tecelliyatı, Arş-ı A’zam dairesinden tâ bir zerreye kadar cilveleri var ve o esmaya mazhariyet de, o nisbette tefavüt eder. Öyle de mazhariyet-i esmadan ibaret olan meratib-i velayet  dahi öyle mütefavittir .

Şu iltibasın en mühim sebebi şudur:

Makamat-ı evliyadan  bazı makamlarda Mehdi vazifesinin hususiyeti bulunduğu ve kutb-u a’zama has bir nisbeti  göründüğü ve Hazret-i Hızır’ın bir münasebet-i hâssası  olduğu gibi, bazı meşahirle  münasebetdar bazı makamat var. Hattâ o makamlara “Makam-ı Hızır”, “Makam-ı Üveys”, “Makam-ı Mehdiyet” tabir edilir.

İşte bu sırra binaen, o makama ve o makamın cüz’î bir nümunesine veya bir gölgesine girenler, kendilerini o makamla has münasebetdar meşhur zâtlar zannediyorlar. Kendini Hızır telakki eder veya Mehdi itikad eder veya kutb-u a’zam tahayyül eder. Eğer hubb-u câha talib enaniyeti yoksa, o halde mahkûm olmaz. Onun haddinden fazla davaları, şatahat sayılır. Onunla belki mes’ul olmaz. Eğer enaniyeti perde ardında hubb-u câha müteveccih ise; o zât enaniyete mağlub olup, şükrü bırakıp fahre girse, fahrden git gide gurura sukut eder. Ya divanelik derecesine sukut eder veyahut tarîk-ı haktan sapar.”  (Mektubat)

Bediüzzaman; kendini bir nevi Mehdi bilen kimselerin yalancı ve aldatıcı olmadığını, ancak aldanmakta olduklarını ifade etmiştir. Onlar gayb aleminde meşhudat olarak gördüklerinin, maddi alemde de gerçek olduğunu zannetmektedirler.

Allahın isimlerinin Arş-ı A’zam’dan ta bir atoma kadar tecelli cilveleri vardır. İsimlere mazhar oluş da o nispette farklıdır. Öyle de Allah’ın isimlerine mazhar oluştan ibaret olan velayet mertebeleri de öyle farklıdır.

Şu karışıklığın en önemli sebebi şudur:

Evliya makamlarından bazılarında Mehdi görevinin özelliği bulunmaktadır. Bazılarında kutupların başı olan Kutb-u A’zama özel bir ilgisi görünür. Bazılarında Hazret-i Hızır’ın özel bir münasebeti olur. Ayrıca bazı meşhur kişilerle ilgili olan bazı makamlar vardır. Hatta o makamlara Hızır makamı, Üveyse makamı, Mehdilik makamı denilir.

İşte bu sırra binaen, o makama ve o makamın küçük bir örneğine veya gölgesine girenler kendilerini o makamla ilgili meşhur zatlar zannediyorlar. Kendilerini Hızır olarak algılar veya Mehdi olduğuna inanır veya kendini kutb-u azam olarak hayal eder.

Eğer makam sevgisine istekli benliği yoksa o halde mahkum olmaz. Onun haddinden fazla iddiaları şatahat yani kendini abartma sayılır. Onunla sorumlu olmaz.

Eğer benliği perde arkasında makam sevgisine yönelik ise; o kişi benliğine yenilip, şükrü bırakıp övünce girerse, övünçten gitgide gurura düşer.

Ya delilik derecesine düşer veyahut hak yoldan sapar. Demek ki bu tarz gidişin sonu ya deliliktir yada hak yoldan sapmaktır.

Esasen velayet yolu nefsin başını ezip, bütün varlığının Hakka ait olduğunu bilmektir. Kendini bir şey zannedenler hak yoldan ayrılmaktadır. Varlığını kanıtlamak değil, varlığını Hak’ta eritmektir. Benlik dağı erirse Hakkı bulur. Velayeti; nefsî benliğini kutsal perdeler arkasına sarıp kendini kutsallaştırmak olduğunu sananlar aldanıyorlar.

Fiilin faili ve varlığın sahibi yalnız Allah’tır.




0 yorum:

Yorum Gönder